Friday, February 8, 2013

Buz, Cay ve Pasternak

5 Subat 2013 tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.



İlk fincan okşar dudaklarımı. İkincisi yalnızlığımı dağıtır.
Üçüncüsü  öyküler arayarak, sızar içimin boşluğuna.
Dördüncü fincan terletince hafifçe,  bütün kötülükleri hayatın
buharlaşıp  gider gözeneklerimden  
Beşinci fincanla arınırım.  Altıncısı taşır beni ebedi olanın diyarına
Yedincisi ... Fakat artık daha fazla içemem ki..
Kollarımdan başlayan serin bir esinti hissederim yalnızca
Ve bu hoş esintiyle yelken açıp, süzülürüm Penglai’e doğru yavaşça.  


Buz yağmuru… İnsana hiç eriyip gitmeyecek gibi gelen bir buz tabakası ile kaplı sokaklar… Kar… Ve bıçak gibi kesen bir ayaz… Hangi kapıdan içeri girsem ilk aklıma gelen „bi çay koymak“ ve hayatın içimde yine yavaş yavaş aktığını hissetmek…Çay!  Lo-Tung’un çay üzerine yazdığı yüzlerce şiir… Kış ruhu… Ve ille de Doktor Jivago!

David Lean’in Dr. Jivago’sunu ilk kez Yenimahalle Güneş Sineması’nda seyretmiştik, altı-yedi yaşlarındaydım.  Haftalarca afişten inmeyen bu filmden sonunda aklımda kalan, içinde hep kar yağan bir rüyadan aklımda kalanlar gibiydi. İçine girmeyi bir türlü beceremediğim, gücümü aşan bir muamma olarak yaşayıp gitti bu film yıllarca zihnimde. Ve sonra her seyredişimde hep yepyeni ayrıntılara takıldı gözüm. Belki de her seferinde farklı sahneleri kesilmiş kopyaları seyrettiğimdendir düşündüm.  Ama hep aynı kopyayı seyrettiğimde de durum değişmedi. Sanki film kendi hayatını sürdürür gibiydi. Çünkü Doktor Jivago içinde, zihin sinemasının kendi dünyasında tekrar tekrar çekip, her defasında farklı bir kopyasını vizyona sokabileceği kadar sonsuz ihtimal barındıran, bütününde hayatımıza uzak olsa da, her anında sadece roman karakterlerinin değil, düpedüz yaşayan, mutlu olan ve acı çeken insanların varlığını hissetigimiz o kalıcı öykülerden birisiydi. Yani yarısını yazarın, yarısını okurun yazdığı öykülerden.

Ama bu filmi bu kadar çekici kılan – ve hatta belki de kendi hayatını sürdürmesini sağlayan - sadece görünen öyküsü degildi bence. Tıpkı Bulgakov’un Usta ile Margarita’sı gibi, Doktor Jivago’da arkasında sadece kendisine biçilen öyküyü değil, bir yazari, bütün bir hayatı ve tarihi taşıyan romanlardandı. Taraflarının resmi şablona uymayan her öyküyü yoksaymaya ya da muhalif her sesi kendisine maletmeye çalıştığı soğuk savas yıllarının polit-kültürel atmosferinde, romanının ellerinden kayıp gidişini izlemesinin Pasternak için ne kadar zor olduğunu, onu ne kadar çaresiz bıraktığını anlayabilmek çok güç olmasa gerek. Peki, bir de ölümünden beş yıl sonra, Jivago‘nun  öyküsünün Moskova ya da Urallar’da değil de, Madrid ya da Soria’da, Franco faşizminin egemenliğindeki İspanya’da çekildiğini bilseydi Pasternak?  O filmin çekiminin küçük bir İspanyol şehrinin hayatını ilelebet değiştirdiğini? Bir gece saat üçte, filmin Moskova sokaklarında geçen ve Enternasyonal’in söylendiği o sahnesinde, köy halkının duydukları çekim seslerine uyanıp nihayet Franco’nun devrildiğini sanarak sarap şiselerini açıp kutlamaya giriştiklerini? Gerçeği öğrendiklerindeki hayal kırıklıklarını? Ya da Soria’ya giden trende uyuyakalan bir köylünün, gözlerini tekrar, yine çekimler nedeniyle Sovyet’lerdeki bir tren istasyonuna dönüştürülen Soria Tren ıstasyonu‘nda acıp da, devrimin Soria’ya vardığını sanıp kalp krizinden ölmesini?  Ya da büyük romancı Lev Tolstoy’un torunu, gazeteci İvan Tolstoy’un Doktor Jivago’nun, Rusça orijinalinin 1956 yılında nasıl olup da Batı’ya ulaştığını  tam yirmi yil boyunca araştırıp sonunda çözdügünü  iddia ettiği hikayeyi? Yani romanın orijinalini, İtalyanca’ya çevirmek  üzere çantasında taşıyan, herşeyden habersiz İtalyan yayıncı Feltrinelli’nin bindiği uçağın, bir bahaneyle Malta’ya zorunlu iniş yaptırıldaktan sonra, iki saat içinde romanın Rusça manuskriptinin sayfalaının gizlice tek tek kopyalanıp, kitabın Rusça olarak bastırıldığını ve Pasternak’a verilen Nobel ödülünün önkoşulu olan orijinal dilde yayımın ancak bu yolla mümkün olabildiğini?

Doktor Jivago’nun unutulmaz Lara’sını büyük aşkı Olga Ivinskaya‘dan esinlenmişti Pasternak. Lara olarak ölümsüzleştirmişti onu. Bugün, her yıl binlerce ziyaretçi İvinskaya ve Pasternak’ın gizlice buluştukları, Moskova yakınlarındaki o kır evini ziyaret ediyor. Bu Pasternak’ın hoşuna gider miydi bilmiyorum ama içimdeki bir ses bana onun,  Soria adlı küçük bir İspanyol şehrinde, film gösterilerine 1965 yılından beri devam eden Lara Sinema’sına arada bir uğrayıp, kendisini, her yerden ve herşeyden uzakta olan, o beyaz perdenin büyüsüne bırakıverdiğıni söylüyor ısrarla.        
 

No comments: