Saturday, January 12, 2013
Acqua Alta
"Güzel bir kış günü, bir kızla sinemaya gidip her şeyden habersiz bir film
seyredersin, çıktığında bir de bakarsın ki, her yer sular altında. Sonra kızı
alırsın kucağına, en yakın bara taşırsın, orada dört saat suların çekilmesini
beklersin. Beklerken konuşmalar derinleşir tabii! Sular çekildiğinde, bir de
bakmışsın - Acqua Alta’ya şükür – tatlı bir kızla berabersin,” diyerek gülümsedi
Allessandro. Venedikliler yüzyıllardır sonbahar ve kış aylarında şehrin büyük
bir kısmını sular altında bırakan ve su yüksekliği doksan santimi geçince “Acqua
Alta” diye adlandırdıkları bu gelgitte yaşamaya alışmışlar. Kasım ayı gelince
lastik çizmelerini hazır edip günlük hayatlarını devam ettiriyorlar, tıpkı Luigi
Frizzo gibi.
Luigi bütün dünyayı dolaşıp bundan on yıl kadar önce tekrar memleketine
döndüğünde bir dükkan açıp şöyle bir tabela asıyor kapısına: Dünyanın en güzel
kitabevine hoşgeldiniz! Acqua Alta kitabevinin adı. Eğer Venedik’in, dehşet
verici bir turistik keşmekeşin hüküm sürdüğü göz kamaştırıcı merkezinden biraz
uzaklaşarak, görece normal bir hayatın devam ettiği Castello’ya doğru
yürürseniz, dar bir sokakta bir masanın üzerinde darmadağın duran kitapların ve
dergilerin arasından uykulu uykulu size bakan iki kediyle karşılaşabilirsiniz.
İşte o iki kedinin yanından geçip, adımınızı az ötedeki kapıdan içeri attığınız
an dünyanın en güzel kaoslarından birisiyle gözgöze gelivereceksiniz. Kitaplarla
dolu gondolların, kayıkların, küvetlerin, fıçıların arasındaki kasanın arkasında
oturuyor olacak Luigi Frizzo ve aynı anda üç ayrı dilde konuşuyor olacak benim
gibi afallamış ve hayranlık içerisinde bakmaya hangi köşeden başlayacağını
düşünen şaşkın turistlerle. En başta eksantriklik olsun diye kullanıldığını
düşünebileceğiniz o küvetlerin, kayıkların, gondolların aslında son derece
pratik bir nedeni olduğunu, önce, kitapların aynı zamanda duvar ve merdiven
olarak kullanıldığı bir kitap labirentinin içinde yolunuzu kaybetmeyip, geçerken
küçük, güneşli bir terasta oturup, sonra yine bir labirente girip oradan nihayet
dükkanın arka kapısına kadar sağ salim varabildiğiniz anda anlayacaksınız: Çünkü
o zaman dükkanın diğer kapısının doğrudan bir kanala açıldığını göreceksiniz. Ve
Venedik Acqua Alta’nın yönetimine girdiği an lastik çizmeleriyle işine devam
ediyor olacak Luigi Frizzo. Kitaplar ise küvetlerde ıslanmadan, sadece
Venedik’in bütün köşelerini tutan o rutubet kokusuyla atlatacak gelecek Acqua
Alta’ları.
Frankfurt’un
kitapçıları ise ne yazık ki Acqua Alta kadar şanslı değil. Büyük bir zincirin
parçası olmayan, ancak vitriniyle, öne çıkarttıklarıyla, sürekli bulundurduğu
kitaplar ve müdavimleri ile ana akımdan ayrılıp, kentin kültürel hayatına farklı
renkler getiren, şehrin yalnızlaştıran anonimliğinde, yaşanmışlığın köşe
taşlarından biri olan küçük kitabevleri birer ikişer şehrin haritasından
siliniyor. Yedi sekiz sene önce adını Walter Benjamin’in Pasajlar’ından alan
Passagen kitabevinin can çekişmesi hemen yanında başlayan büyük bir inşaatın
tozu dumanı ve gürültüsü ile başlamıştı. Bunun üzerine kitabevi, inşaatın
iskelesine sıra sıra Thomas Mann’dan, Hannah Arendt’ten ve yine Benjamin’den
alıntılar asarak bir süre için de olsa kitapseverlerin dikkatini çekmeyi
başarmış ve birkaç yıl daha hayatta kalabilmişse de, bir süre sonra zamanının
ruhuna teslim olup iflas etmekten kurtulamamıştı. Birkaç ay önce ise tam 101 yıl
önce bir kırtasiye olarak başlayıp, yıllar içerisinde çocuk ve gençlik edebiyatı
konusunda şehrin en özgün kitapçılarından biri haline gelen Naacher kapattı
kapılarını. Arkasında kendisini hiçbir zaman tanıyamayacak şanssız çocuklar ve
oradan aldıkları kitaplarla büyüyen buruk okuyucalar bırakarak.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment