Tuesday, June 18, 2013

Ve Son Tren Kalkti mi Sahi Haydarpasa'dan?

Belki olmaz diyordum birkac ay önce bu yaziyi yazarken:

23:00


Ben Yengecim. Ama en iyi anlaştığım burç ne Akrep, ne de Balıktır. Ben en iyi Hafıza burcuyla anlaşırım. Çevremde yıllardır anlaşılmaz bir şekilde cirit atan o hüzünlü Terazilerin, ihtiyatlı Oğlakların ve inatçı Akreplerin aslında hepsi, istisnasız hergün, hafızanın ve hatıranın o zorlu ve tatlı labirentinden geçip selam verirler dünyaya. Ve o labirent ki havasız bodrum katlarından, ruhsuz gökdelenlere kadar herşeyin akıl almaz bir üretim alanına dönüştürülüp, düşünmenin, düşündürtmenin hizmetten sayılmadığı, en iyi yemek yapanın, en çok güldürenin, en çok keyif alanın, en çok "proje“ yapanın ve nihayet en çok manipüle edenin ve edilebilenin kazandığı bu karanlık çağın neşeli, sağlıklı, varoluşu tüketimine eşitlenmiş modern insanları arasında bir parça nefes alabilmenin mümkün olan tek ilacı gibi görünen yarenlik etmenin, sevinci, kederi, öfkeyi paylaşmanın, dayanışmanın, yani bildiğimiz en eski haliyle arkadaşlığın labirentidir. Ama… Ama işte şehirler de böyledir. Onlar da hafızayla hatırayı, anılarla arzuları, dünle bugünü birleştirdikleri bir labirentte geçirirler hayatlarını. Ve onların da hepsinin bir kalbi vardır. Hele büyük kentlerin; sakinlerinin içinde yaşamanın bir lanet mi yoksa bir lutuf mu olduğunu hergün kendi kendilerine sorup, çetrefilli bir aşk ve nefret ilişkisi yaşadıkları o metropollerin bir kalbi olmaması mümkün müdür? Vardır elbette, yoksa nasıl mümkün olur bir şehirde yaşamak?

Bir pazar günü Frankfurt Ana Tren İstasyonu‘na giderseniz eğer, memleketlileriyle yıllarca her pazar o istasyonda buluşmuş ve şimdilerde de arada bir de olsa hala buluşan Akdenizli yaşlı göçmenler görürsünüz. Yıllarca orada buluşmuşlardır, çünkü yabancısı oldukları bir ülkede ilk adım attıkları, en iyi bildikleri, kendilerini en ay yabancı hissettikleri, en kolay buluştukları, beş kişinin bir arada kaldığı daracık odalardan kaçabildikleri tek yerdir istasyonlar. Ayrıca henüz alışamadıkları yeni hayatları ile hasretini çektikleri memleketlerini birbirine bağlayan aynı rayın iki ucundan birinde durmaktadırlar istasyonda. “Saat beşte Hellas-Express ulaşırdı istasyona, biz Yunanlı işçiler, biraz memleket havası alalım, şimdi kekik kokusu getirir gelen tren, diyerek peronda beklerdik o treni,“ diye anlatmıştı Stavros bir keresinde. Ben de Frankfurt’a ilk kez bir trenden inmiş, bilmediğim bir şehrin kapısından geçmiş, bilmediğim bir kafede oturup anonsları dinlemiş ve hemen şehrin kalbinin orada attığını hissetmiştim.

Ama sadece Frankfurt’un değil, bütün büyük şehirlerin kalbi ana tren istasyonlarıdır bence. Çünkü yeni gelen yabancıların, başını alıp gidenlerin, birgün yine dönenlerin, gidemeyenlerin, işsizlerin, işe gidenlerin, ayrılanların, kavuşanların, mutluluğun ve mutsuzluğun, umudun ve umutsuzluğun, hatıranın ve unutuşun kavşak noktasında selamlarlar insanları tren istasyonları. Her gün binlerce insanla karşılaştığınız o istasyon, sanki mekansal yakınlık arttıkça daha da belirginleşen şehrin kitlesel yalnızlığında kısacık da olsa bir aidiyet hissi, herşeyin de elinizden hızla kayıp gitmediği hissini, güzelligin sizden esirgenmediği hissini, tanıdık birşeylerin hep hayatınıza eşlik edebileceği hissini verebilir size. Kimi zaman, mesela 1941 yılının güneşli bir bahar gününde Nazım Hikmet oturur birisinin merdivenlerinde, kimi zaman Atilla İlhan biraz öfkeli, "intihar dumanları içinde,“ görür onu, kimi zaman ise düşünceli düşünceli "eskiden tren geçerdi de şiirlerinizden, yetişmeye çalışırdım nefes nefese,“ diye mırıldanarak az sonra Eskişehir’e kalkan trene binecek Haydar Ergülen geçer kapısından.

Tabii tabii, doğru, Haydarpaşa’dan söz ediyorum. Her taşının, her duvarının, her gişesinin, her bankının, kapılarının, merdivenlerinin ve belki hep geri kalan saatlerinin bile bütün hayatımıza tanıklık ettiği, tarihinin tarihimiz olduğu Haydarpaşa’dan. Ve tabii dünyanin bütün şehirlerlerine aynı üniformayı giydirmek isteyen hafızasız ve hatırasız "Proje“ burçlarından. En son olarak da her ayın ilk Pazar günü saat 13:00-14:00 arasında "Haydarpaşa istikametinden gelmekte olan...“ diye başlayan anonslarından vazgeçmek istemeyen oniki vefalı Ankaralı’nın hala, Ankara Garı’nda tuttukları Haydarpaşa Nöbeti‘ne Hafiza burcundan olan bütün arkadaşlarının gelmesini beklediklerinden.

2 comments:

Leylak Dalı said...

Çok etkilendim, çok hüzünlendim, çok... Anlamışsınızdır işte, canım yanıyor...

fusun cicekoglu said...

Belki olmaz diyorduk birkaç ay önce bu güzel yazıyı okurken...